Önce burnunun direği sızladı. Ardından gözlerinin arasına
düştü bir sızı. Ağlamamalıydı. Kime ağlayacaktı. Ağlamaya direnci sadece
gerilerek açılan yüz kaslarına karşı koymak için dudağını büzüştürmesi olarak
kaldı. Ve derin bir hıçkırığın ardından bıraktı kendini oturduğu bankta.
Ağladı, ağladı. Bir türlü duramıyor, başka bir şey düşünemiyordu. Aklına
geldikçe gözyaşları yeni dalgalar halinde süzülüyordu yanaklarından.
Dakikalarca sürdü hali. Ağlamaya direnmek en zor şeylerdendir insana. Ve en çok
zarar verendir. Az sonra bu haline isyan edercesine durdurdu kendini. Şimdi
başında hafif bir ağrı olmuş, gözyaşlarının süzüldüğü yerler bahar meltemi
sayesinde üşüyordu. Limandan boşaltma sesi geliyor, sağ yandan ise yosun kokusu
geliyordu burnuna.
Şanslı bir adamım. Kışın karbonnmonoksit yükünü saymazsak mevsimlerin üçünde işyeri servisine ıhlamur ağacının gölgesinden binerim. Etrafına inat gölgesine bir sakinlik bahşetmiştir. Hele ki ilkbaharda bulunduğu kaldırıma da güzel bir koku verir tıpkı diğer ıhlamurlar gibi. Taze yaprağının kurutulup çayı da cabasıdır. Bu sabah yine gölgesine vardığım zaman yeşilinin ton değiştirdiğini gördüm. Daha da dikkatli bakınca yapraklarının artık yolculuğa hazırlık için içlerine kapandıklarını farkettim. Yolculuğa, yani mevsimin dönüşüne. Tıpkı göçmen kuşlar gibi onlar da kıştan kaçmaya hazırlanıyorlar. Sonbahar geldi yani, göçlerin ve kaçışların mevsimi. Ihlamur bana herşeyin gelip geçici olduğunu hatırlatırken son sortilerin yapıldığı tatil beldelerini düşündüm. Çok kısa bir süre sonra, hatta bazıları şimdiden, terkedilmişliğe alışmaya çalışacaklardır. Ağır bir yazdan çıkacak, defalarca tepeleme dolup boşalmaktan yeşil rengi sigara külü ve çay telvelerinden oldukça bulanık griye dönmüş çö...
Yorumlar
Yorum Gönder