Önce burnunun direği sızladı. Ardından gözlerinin arasına
düştü bir sızı. Ağlamamalıydı. Kime ağlayacaktı. Ağlamaya direnci sadece
gerilerek açılan yüz kaslarına karşı koymak için dudağını büzüştürmesi olarak
kaldı. Ve derin bir hıçkırığın ardından bıraktı kendini oturduğu bankta.
Ağladı, ağladı. Bir türlü duramıyor, başka bir şey düşünemiyordu. Aklına
geldikçe gözyaşları yeni dalgalar halinde süzülüyordu yanaklarından.
Dakikalarca sürdü hali. Ağlamaya direnmek en zor şeylerdendir insana. Ve en çok
zarar verendir. Az sonra bu haline isyan edercesine durdurdu kendini. Şimdi
başında hafif bir ağrı olmuş, gözyaşlarının süzüldüğü yerler bahar meltemi
sayesinde üşüyordu. Limandan boşaltma sesi geliyor, sağ yandan ise yosun kokusu
geliyordu burnuna.
Köy odası Anadolu’da pek çok yörenin eski geleneklerindendir. Bu oda kavramını şimdiki evlerimiz gibi düşünmeyin, bu odalar ev sahibinin evin yanına kondurduğu müstakil yapılardır. Şimdilerde özellikle İç Anadolu’da kahvehanelerin dolması ile sayıları azalsa da Barak Kültürü ’nün ana damarlarından birini oluşturması sebebiyle bizim yörede her şeye rağmen varlığını devam ettirmektedir (daha doğrusu ettirmeye çalışmakta). Köy Odası ’nın kökenini Dede Korkut’ta bulabiliriz. O dönemki otağın kullanım amacı ile bugün yörede kullanılan amacı benzerlik gösteriyor. Oba büyüklerinin istişare ve meşverette kullandığı, şölen ve büyük toplantıların yapıldığı, misafirin ağırlandığı yerlerdir. Erkek nüfusunun her yaştan fertlerinin misafir olmasa dahi bir araya geldiği, selamlıkla benzer yapılardır. Hatta eskiden erkekler zamanlarının çoğunu buralarda geçirir, böylelikle evi de kadınların rahatı için kendilerine bırakırlardı. Hoş, kadınların işten güçten ve bu odaya hizmetten çok rahat...
Yorumlar
Yorum Gönder