Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

KÖYLER NEDEN BOŞALIYOR

Et fiyatlarına ithalatın dahi engel olamadığı, buğday, saman, mercimek gibi temel ürünlerde dışa bağımlılığın iyice artması sonucunda son günlerde insanlar neler olduğuna dikkat etmeye, ülkede herkes her zamanki gibi bıçak kemiğe dayanınca ne olduğunu sorgulamaya başladı. Tarıma ne oluyordu, problem neydi? Fakat bazı şeyler için gerçekten geç kalındı. Dünya genelinde yaşanan köyden kente göçün gerçekten ilginç bir örneğini de ülkemiz yaşadı. Şehirler hızlı dolmaya başladığı için yetersiz altyapı, sosyal ve asayiş koşulları geleneksel şehri de, şehrin ayırıcı özelliği şehir kültürüne de darbe vurdu. Şehirler artık sosyal olanaklardan ziyade asayiş problemleriyle yaşayadursun, köylerin payına da metrukluk ve insansızlık düştü. Gelişen teknolojiler, yapay zeka, dijital dünya, endüstri 2,0 derken tarımda da pek çok gelişme yaşanıyor. Bugün topraksız tarımdan, mikroklimal seralara kadar pek çok üretim olanağı kullanılmakta ve ülkeler tarımsal üretimin üzerine düşmektedir. Tarımsal teknol

İdeolojik Kibir

 İdeoloji sahibi olan insanları bir özelliğidir; kendi varlığını davasıyla, kutsiyet atfettiği değerlerle bütünleştirmek. İdeolojik ajitasyonun en büyük kutsiyet yaratma aracıdır bu husus. "Ben öleceğim bütün ezilen halklar doğacak", "Beni değil, ümmeti yargılıyorsunuz!", "Binlerce yıllık bir tarihe, bu millete borcumuzdur bu can!" gibi örnekler verebiliriz. Siyasal düşüncelerin insan psikolojisinin neden merkezinde olduğu, yani bir bireyin neden aşırı politize veya apolitik olduğu başlı başına bir uzmanlık alanı ama diyebiliriz ki siyaset insanın salt yönetme duygusuyla ilgili değil. Zaten verdiğimiz örneklerden yola çıkacak olursak meydan okumalar ait olma dürtüsüyle alakalı gözükmekte. Kendisini adadığı halkın, milletin, dinin bir parçası; hatta daha da ötesi olarak parçadan ziyade simgesi olarak görüyor ve bünyesindeki egoyu da bu şekilde tatmin edebiliyor. İnsanoğlu kendini bildi bileli hiçbir ego tatminle uslanmış ve kanaatkâr olmuş değildir. Zira

OTOBÜS YOLCULUĞU

Aileden bırakacak kimse yoksa valizler zorlukla otobüsün kalkacağı perona getirilir. Bazı yörelerde valizinizle otogarla görüntü verdiğiniz vakit sağdan soldan firmaların çığırtkanlarının buyurgan tacizleriyle karşı karşıya kalırsınız. Hemen en iyi yöntemi söyleyeyim size, biletiniz elinizde olacak, takı setini teşhir eden yeni gelin gibi olacaksınız. Başka yolu yok bu yüksek özgüvenli arkadaşlardan kurtulmanın. Sonra alimallah kendinizi Diyarbakır, Antalya gibi hiç gitme niyetinde olmadığınız yerlerin otobüsünde bulabilirsiniz. Valizi yirmili yaşlarda, kendi hayat görüşüne göre şık giyinmiş bir muavine teslim edersiniz. Muavin perona yanaşan otobüsün kalkışına yarım saat açar bagajları. Kendi kafasında kurduğu bir nizama göre valizleri yükler. Yüklemeyi yaparken valizleri de inceden yoklar. Hem valizin kendisini sakatlayabilecek kadar ağır olma ihtimali vardır, hem de kokacak, dökülecek eşyalar ve sonrasında yaşanacak olanların önüne geçme derdindedir. Böyle riskli yükler ekstr

Bir Tek Ben mi Sıkıldım?

Riyakâr yüzlerden, zehirli sözlerden, ışıltısız gözlerden, yalandan, talandan, her devrin adamından, yolsuzdan, arsızdan, düşüncesizden saygısızdan, tahammülsüzden, Kırmızı ışıkta durmayandan, yol vermeyenden, çocuk sevmeyenden, komşu bilmeyenden, küstahtan, meczuptan, silikten, sinikten, hodkâmdan, ekmek gramajında hile yapandan, fasulyeye şeker katandan, çiğ köfteyi patates püresine bulayandan, yolcusunu azarlayandan, mesaisinin hakkını vermeyenden, çalışanına katır muamelesi yapandan, sigortasız adam çalıştırandan, Okula gitmeyenden, öğrencisiyle ilgilenmeyenden, talebeyi hor görenden, genci saymayandan, paraya doymayandan, işitip duymayandan, araştırmayandan, soruşturmayandan, köşe dönenden, rantı sevenden, terbiyesizden, ciddiyetsizden, hüviyetsizden, Üçkağıtçıdan, kolpacıdan, arsızdan, huysuzdan, işkembesi büyükten, takiyyeciden, ecdat sevmeyenden, ajitasyoncudan, fırsatçıdan, gıybetçiden, yaşlıya yer vermeyenden, hamileye yardım etmeyenden, çocuk kaçırandan, tecavüz

Fıstığın Hikayesi 1

Şimdilerde fide tüpünde ilaç yardımıyla filizlenmesi erkene alınarak ekilse de bir zamanlar ağaçların uyanmasına yakın fıstık taneleri iki gece suda bekletilip ardından gözetim altında bir yere akilip sulanır, fideler yaklaşık yirmi santimetreye yaklaştığı vakitte daha önceden eşilmiş çukurlara dikilirdi. Fıstık, yapısı gereği köklerini toprağın altında dikine saçan bir ağaçtır. bu yüzden de fidenin gelişimi için kökün havalandırılmış ve yumuşamış toprağın içerisinde ilerlemesi gerekir. Bu ilerleme de eşilen çukur ne kadar derin olursa o kadar çabuk olacaktır. Şimdi artık bu işi kepçeler yapıyor. Düşünün ki yirmi santimetrelik bir fide için bir metre çapa ve yetmiş seksen santimetre derinliğe sahip çukur kazılıyor. Kepçeden önce de matkaplarla bu iş görülür, traktörün arkasına bağlanan matkapla yine derin çukurlar açılırdı. Fakat bu alet dahi evvel zamanlarda çok büyük lükstü. Herkeste bulunmaz, kirayla çalıştırmak dahi çoğu çiftçinin bütçesini aşardı. Bu yüzden de çukur eşmek meş

Bilimsel Tembellik

Dünya değişiyor. Adına medeniyet denen kavram devamlı bir tekâmül içerisinde. Dönüşüm onun doğasında var elbette. Üretim faktörleri artan teknolojiyle beraber günden güne pek çok dalda insana olan bağımlılığı azaltıyor ve biz yakın gelecekte sürücüsüz arabalarda, ruh halimize göre bize şarkı çalıp aktivite önerecek evlerde, normal hayatımıza devam derken işimizi şirkete gitmeden komutlarla yapabilecek lükse ulaşacağız. Robotlar bilimkurgu filmlerindeki gibi şehrin temizliğinden ameliyatlara kadar bir dizi işi bizim yerimize yapacaklar. Suçlular ifadeleri alınırken retinasından, kan basıncından tongaya düşecek, para kavramı fiiliyattan kalkacak… Yukarıdakiler güzel bir bilimkurgu filminin dekoru gibi gözüken, üzerine çalışılan, insanlığa mutluluk getireceği söylenen gelişmeler(henüz pek gelişemeseler de). Gidişatın gösterdiği üzere olması da imkânsız değil. Zira siber sanayi aldı yürüdü, lazerli silahlar savunma sanayine girdi ve pek çok teknoloji şirketi dünyanın onlarca ülkesin

İnsan Hasrettir

İnsan nankördür demek kolaya kaçmak aslında. Yazın serinlemek istediğinde kışı anımsaması; kışın her taraf buza teslim iken yaz bronzlaşmasını anması yıllardır süren bir deveran olduğundan olsa gerek bu mevsim muhabbetlerinde çok kez “İnsan nankördür” önermesi herkesin zihnine yerleşmiş durumda. Hâlbuki eskiler ne de kolay çözmüş işi: “Allah’ım yazımızı yaz, kışımızı kış et.” Devirler arası fark. Birinin şikâyetçi olduğunu diğeri duayla kabullenmiş. Yine de şimdiki insanın kötülüğünden dem vuracak değilim. Zira insanı serzenişe sürükleyen kuru bir beğenmemezlik değil kanımca. İnsanı mevsim serzenişine sürükleyen bizatihi hasrettir. Hatta “İnsan Hasrettir.” Tasavvufta insan hakikatini arar.   Hakikatinin güzelliğini ilk gördüğü Bezm-i Elest’te o kadar etkilenmiştir ki; o andan sonra gördüğü her güzellikte rabbinden bir parça bulmaya çalışır denir. İçte yanan bir hasret ateşi vardır. Tüm sanat, estetik, ahlak meselesi daha güzele, en güzele yol alıştan ibarettir. Bir nesneyi güzel