Şimdilerde fide tüpünde ilaç yardımıyla filizlenmesi erkene alınarak ekilse de bir zamanlar ağaçların
uyanmasına yakın fıstık taneleri iki gece suda bekletilip ardından gözetim
altında bir yere akilip sulanır, fideler yaklaşık yirmi santimetreye yaklaştığı
vakitte daha önceden eşilmiş çukurlara dikilirdi. Fıstık, yapısı gereği
köklerini toprağın altında dikine saçan bir ağaçtır. bu yüzden de fidenin
gelişimi için kökün havalandırılmış ve yumuşamış toprağın içerisinde ilerlemesi
gerekir. Bu ilerleme de eşilen çukur ne kadar derin olursa o kadar çabuk
olacaktır.
Şimdi artık bu işi
kepçeler yapıyor. Düşünün ki yirmi santimetrelik bir fide için bir metre çapa
ve yetmiş seksen santimetre derinliğe sahip çukur kazılıyor. Kepçeden önce de
matkaplarla bu iş görülür, traktörün arkasına bağlanan matkapla yine derin
çukurlar açılırdı. Fakat bu alet dahi evvel zamanlarda çok büyük lükstü. Herkeste
bulunmaz, kirayla çalıştırmak dahi çoğu çiftçinin bütçesini aşardı. Bu yüzden
de çukur eşmek meşakkatli ve maharet isteyen bir işti.
Antep Fıstığı yöre insanı
tarafından gerçekten bir çocuğun üstüne titrer gibi titizce yetiştirilirdi.
Bugün yöreye gittiğiniz vakit hemen hemen her çiftçi yüzlerce ağacını tanır
vaziyettedir. Aradaki farklarını, hangisinin çukurunda kaya çıktığını,
hangisinin çabuk zenklendiğini, hangisinin budamasının daha özenli olması
gerektiğini bilir. Çünkü emek daha işin başındadır. Bense denilen, manivelaya
benzer bir alet ve bel küreğiyle çukurlar kazılır. Çukur güz vakitleri
eşilmelidir ki tüm kışın hazını (hazin değil) içerisine dolup yeterli
mineraller fidenin yeni yuvasında biriksin. Bel küreği daha çok işliyorsa sorun
yoktur. Büyük ihtimalle taban yumuşaktır. Ancak bense çınlıyorsa iş zordur.
Kayaya denk gelinmiştir. Ağaçlarda ince hesaplanmış belli bir sıraya ve
mesafeye göre dikildiği için biraz kenara ekerim olur biter gibi bir şans
yoktur. O kaya kırılacaktır! Kıraç toprağın da kayası gayet sert olur. Bense
her vurulduğunda etkili bir çınlama, bazen de kıvılcımlar kayadan çukurun içine
doluşur. Biraz soluklanılır, belki birde tütün sarılıp içilir, ardından eller
tükürüklenip yeniden vurulmaya başlanır. Ellerde öyle filmlerdeki gibi dümenden
değil, ciddi ciddi tükürükle yıkanır. Zira bense ateş gibi olmuştur. Elinde
nasır olmayan birinin birkaç saniyeden fazla tutamayacağı kadar ısınır bazen.
Kim bilir, belki de
benseyi böylesine vuran çilenin, elemin rövanşını almak istiyordur felekten.
Belki de ilerde rahat edeceği günlerin hayalini kuruyor, rahatlıkla arasında o
kayayı görüyordur. Bazen kayaya ana avrat küfredilir –ki yöre insanı küfür
konusunda biraz maharetlidir” bazen de fazla uğraştırmadığı için Allah’ın
keremine şükredilir.
Baharda da güz aylarında
da ekilse butuma (fide) can suyu şarttır. Can suyundan sonra artık butum şetil
olmuştur. Bebek-çocuk ayrımı gibi. Şetilller arada sırada gidip kontrol edilir,
tutmayanlar varsa ve mevsimi geçmemişse hemen yerine yenisi ekilir veya butum
bulana kadar yeri boş bırakılır. Buradan sonrası tamamen maliyettir. Zira bu
ağaçlar en iyimser tahminle on beş on altı yıl ürün vermeyecektir. Evet, Antep
fıstığı yavaş büyüyen bir ağaçtır. Üstüne yörede sulama imkânının olmaması bu
süreyi daha da uzatmaktadır. Bu süre zarfında tarlanın boş kalmaması için araya
üzüm ekilirdi eskiden. Yörenin kendine has birkaç çeşidi var ki artık endemik
türlere girecek kadar azalmıştır ve ayrı bir mesele incelenmesi gereken.
Şimdilerde üzümün fiyatının düşük olması ve fıstık ağaçlarının eskiye nazaran
birbirine yakın ekilmesi (yakından kasıt 7-8 metredir her ağacın arası),
toplamasının ve bakım işlerinin daha uğraştırıcı olması nedeniyle pek tercih
edilmemektedir. Üzümün yanında karpuz, kavun veya evin yiyeceğini tedarik için
bostan ekilirdi.
Şetiller başparmak
kalınlığına geldiği vakit yine bölgede kalem denilen aşılama yapılır. Aşı işi
de tam bir maharettir ve deyim yerindeyse cerrahi bir operasyondur. İyi
yetişmiş bir ağacın taze dallarından elde edilen aşıların yaprak dibindeki
gözleri koparılmadan özel bıçağıyla alınır ve aşılanacak şetilde T şeklinde
yarık açılarak içerisine yerleştirilir. Daha sonra da hava ile doğrudan teması
engellemek için bez parçasıyla iyiden iyiye sarılır. Ağacın kuvvetinin
çoğunluğu aşıya tatbik içinde aşıdan yukarıda çok fazla güç emen dallarda
kesilir. Aşının tutmaması demek ağacın bir yıl gecikmesi ve anlamsız
yaralanması demektir. Bu yüzden aşıda diğer işlerin aksine hiç acele edilmez,
işe odaklanılır. Zira hem aşının tutması şarttı, hem de ağacın gelecekteki
şekli tayin edilmektedir. Yirmi yılda ürün vermeye başlayan ağacın uzun sürecek
hayat yolculuğu elbette iyi bir nizama sahip olmalı. Tıpkı insan gibi… İnsan da
güzel bir aşı sayesinde hayatın bütün med cezirlerine rağmen nihayetinde başarı
sahibi olmuyor mu?
Uygun bir aşı planlaması
sayesinde büyüyen ağaçların verimi artık bir başka ustalık işiyle doğrudan
alakalıdır. Budama. Ağacın hem gövdesini güneşten koruması, hem de ideal şekli
olan şemsiyeye benzemesi için nitelikli bir budama şarttır. Bu işte de
gerçekten profesörleri olduğu gibi çıraklık dönemini yetişmiş ağaçlarda geçiren
ve ağaca zarar veren budamcılar yok değildir. Çünkü budama için dalın gidiş
yönünün, etek hizasının ayarlanması şarttır. İyi bir budama için ilk şart ana
dallar kesilmez. İkinci ise ağacın gücünü emip şıvgınların (filiz) hakkını
yiyen çırpıların ve kuru dalların görüldüğü anda kesilmesidir.
Ağaçlar arası mesafe
söylediğimiz gibi uzundur. Bunun nedeni hem ağaçların birbirine temasının
yeterli güneş almalarını engellemesi, hem de zaten olmayan suyun toprakta
bıraktığı nemi daha az bitkinin paylaşmasıdır. Bu yüzden de bir fıstık
bahçesinde asla ot göremezsiniz. Görmemeniz gerekir. Zira topraktaki rutubet
her yıl bıkmadan usanmadan bahar yağmurunu gördüğü anda hücuma kalkan otlara
bırakılmayacak kadar değerlidir. Bugün insanların çiçekçilere para
kazandırmalarına vesile olan ne papatyalar fıstığın hatırına ciddiye alınmaz bile.
Ağaçların arası traktörle sürülür, gövde etrafı ise çapa makinasıyla
kazmalanır. Çapa makinalarından önce belleme yapılmaktaydı. Yüzlerce çocuğun bu
belleme işleminde elleri su toplamıştır. Körpe bedenler büyüklerin çalışkanlık
ve iş tutma aşkıyla kendilerinden uzun olan küreğin sapını sıkı tutup bel
vururlardı.
Yorumlar
Yorum Gönder