Ana içeriğe atla

Şehir Hayatı ve Ruhu

Şehir hayatı

saat 7’den sonra hızlanır. Fırınların seher vaktinden bu yana çıkardıkları ekmekler güne erken başlayan büfelere dağıtılmıştır. Simit arabaları dolmaya başlamış, pastaneler ve börekçiler sıcacık buharı tüten kol böreklerini camın önüne dizmişlerdir. Mesaileri erken başlayan, ya da trafiğe kalmadan fabrikalarına varıp gece vardiyasından çıkacakları evlerine kavuşturacak işçiler servislerle geçmektedir. Belki de babaannesiyle yürüyen bir ilkolkul ya da arkadaşı evden inene kadar köşede onu bekleyen lise öğrencisi. Ekserisi beyaz ve gri olan otomobiller dörtlüyü yakıp pastanelerin önünde park ediyor. Çorbacılarda dünyanın hiçbir derdini kafaya takmamış, çünkü hâlâ uyanamamış esnaflar kelle ile mercimek arasında kararsız bir haldeler.
Şehir uyanmıştır. Birazdan çalacak ders zillerinin, sipariş edilip anca gelmiş malların indirilmeye başlamasının, banka emekli kuyruklarının belediye temizlik işçilerinin, seyyar satıcıların, büyüklerinin gözetiminde parka çıkacak küçüklerin ve sabah antrenmanına başlayan şehrin alt liglerdeki futbol takımının zamanı başlamıştır. Herkes şehir denen bu karmaşık devranın içerisinde kendi bildiği, kendi rızkı için uğraşıp didinmeye başlamaktadır. Zabıtalardan dış mahallelerdeki şehrin zengininin villasındaki bahçıvana kadar herkes bir hülyanın mı yoksa kaçınılmaz realitenin mi peşindedir, belli değil. Hepsinin iki ortak noktası var: biri bu şehrin ferdi olmaları, diğeri ise hepsinin kendi hayalleri, dünyaları olması.
Her insan bir âlemdir. Çünkü her insan kendi dünyasını yaşamaktadır. Her ne kadar başkasının dünyasında ona atfedilen değer kadar hacim sahibi olsa da kendi dünyasının merkezinde yine kendisi vardır. Bazen yalan dünyanın koşturmacasına, dedikodusuna, hayaline, heyecanına kapılıp gözden kaçırdığımız mesele de bu aslında. Başka insanların da dünyasının olduğunu, olabileceğini çabuk unutuyoruz. Aklımıza gelse dahi birkaç dakika süren bir farkındalık. Şehir de aynı bizim gibi işte. Her şehrin kendi hakikati vardır. Her şehir kendisini en güzel, en düzenli, en iyi olarak görür. Şehir her ferdiyle kendisini dünyanın merkezinde ve başka şehirlerde yaşayanlardan şanslı olarak tanımlar. Çünkü dünya bu şehri esas alarak kurulmuştur. Hele İstanbul bu duyguyu en çok hissettiren yerdir. Hatta bu çekim gücü sayesinde kendi dünyasını küçük şehirlerde kurmuş insanlara dahi bir eksiklik hissi uğratır, dünyanın merkezinde gören kişilere dahi başka yerlerin daha mühim olduğu duygusunu az da olsa hissettirir.

Şehirlerin Ruhu

Şehrin ve mekanın ruhu denen şey işte tam olarak budur. Oraya sinen, dimağlarda orasını farklı kılan şeylerin bütünü şehrin ruhunu temsil eder. Bu yüzden bu ruhtan tatmış olanlar yıllar boyu gurbette de kalsalar bir yanları eksikmiş gibi gelir. Bülbülün altın kafesle olan imtihanı gibi düşünün. Zaman gelip şehrinden bunalsa, kaçsa dahi kişi pişmanlığı, en azından hayıflanma süreci fazla uzun sürmez. Bir keşke tüm kaçışlarına, aldanışlarına rağmen yüreğinin ortasına oturur. Çünkü her şehir ruh ile insana başka yerde bulamayacağı birtakım hisler zerk etmekte.
Şehir hayatındaki ruhu yakalayamayan insanlar ise bir kaçışın peşine düşerler. Buna kimi yeraltı edebiyatı, kopmuşluk, nihilist bir yaşam biçimiyle; kimisi de kırsala duyduğu şiddetli özlem ve şehirde köyü yaşamaya çalışmakla tepki verir. Her yerde bu iki insandan da vardır. Yalnız maddi durumu yeterli olan çiftlik evi , av köşkü gibi alternatiflere sahipken, alt gelirli şehrin merkezine köyü getirmeye çalışmaktadır. Çünkü şehir hayatı ürkütecek kadar karmaşık ve çok yönlüdür. Kırsalın sükunetine ve yüzlerce yıllık değişmemiş toplumsal kalıplarına alışkın olan kişi de elbette bu mekanizmaya yabancı kalacak, kabuğunu kıramayacaktır. Bu korkunun üstünü de aidiyeti olan köy değerleriyle kapatmaya, değişmediği imajini vermeye çalışacaktır.
Şehrin ruhunu yakalamak, teneffüs etmek huzurlu bir bir şehir hayatı için elzem elbette. Bu ruhu yakalamak ise sanıldığı kadar zor değildir. Yazılı ve yazılı olmayan kurallara uymak ve değişime, dönüşüme dogmatik bir tavır takınmamak (elbette değişim dogmatiği de olmamak) yeterlidir. İlk akla gelmesi gereken ise o şehrin insanlarına göre orasının dünyanın merkezi olduğu gerçeğidir. Bu önemlidir. Çünkü her insan yaşadığı yer konusunda bu ahkâma sahiptir. Zaten o şehrin ruhunu oluşturacak olan duygu da bu aidiyet olacaktır. Şehirler insanlardan çok daha hızlı değişirken insanlarda bu duygu kalmaya devam edecektir. Tabi zaman geçtikçe bu duygu daha çok geçmişe özleme dönse de, yıpransa, azalsa da tekâmülü devam edecek; eskilerin kabul etmeyeceği bir formla yeniden hayatın dehlizlerine, çöp arabalarının dumanlarına, kavşağa ekilmiş lalelere, minarenin bakım görmemiş hoparlörünün cızırtısına sinecektir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İletişim Neden Önemlidir

Dumanla haberleşmeden yola çıkan insan tepede ateş yakmaya, oradan ulaklara, güvercinlere, daha sonra postaya varıp telefonla daha hızlı bir iletişim yöntemi buldu. Şüphesiz ki Graham Bell icadının günümüzdeki kullanım şeklini hayal edemezdi. Telefonun icat olduğu 18. Yüzyıl başlarından bugüne iletişim çok farklı bir boyut kazandı. Hatta sanayi üretiminin gelişip ticaret kavramının ivme kazanması, birtakım ihtiyaçların acil kategorisine girmesi neticesinde telefon da iletişim ve ticaret arasında hangisinin hangisine sebep olduğu karmaşık bir mesele olup çıktı. Bugün mevcut insanlar arası etkileşim ihtiyacının telefona yol açtığı; yoksa telefonun mu iletişimi bu boyuta getirdiği sorusu muğlak kalacaktır. Evet, telefon tarihi içerisinde faksı doğurdu. Arada telgraf gibi iletişim yolları varsa da kullanılabilirlik açısından telefona yetişemedi. Derken bilgisayarın keşfi ve ağ olayının gelişimiyle internet kullanımı başladı. Ve yaygınlaştı. Artık iletişim konusunda hiçbir şey eskisi gib

Köy Odası

Köy odası  Anadolu’da pek çok yörenin eski geleneklerindendir. Bu oda kavramını şimdiki evlerimiz gibi düşünmeyin, bu odalar ev sahibinin evin yanına kondurduğu müstakil yapılardır. Şimdilerde özellikle İç Anadolu’da kahvehanelerin dolması ile sayıları azalsa da  Barak Kültürü ’nün ana damarlarından birini oluşturması sebebiyle bizim yörede her şeye rağmen varlığını devam ettirmektedir (daha doğrusu ettirmeye çalışmakta). Köy Odası ’nın kökenini Dede Korkut’ta bulabiliriz. O dönemki otağın kullanım amacı ile bugün yörede kullanılan amacı benzerlik gösteriyor. Oba büyüklerinin istişare ve meşverette kullandığı, şölen ve büyük toplantıların yapıldığı, misafirin ağırlandığı yerlerdir. Erkek nüfusunun her yaştan fertlerinin misafir olmasa dahi bir araya geldiği, selamlıkla benzer yapılardır. Hatta eskiden erkekler zamanlarının çoğunu buralarda geçirir, böylelikle evi de kadınların rahatı için kendilerine bırakırlardı. Hoş, kadınların işten güçten ve bu odaya hizmetten çok rahat edebildi

Toplumsal Ahlak Sorununun Nedeni: Bizler

Toplumsal ahlak sorunu  belki de binlerce yıllık bir tartışmanın mirasıdır. Antik Yunan’dan günümüz Nihat DOĞAN sabah programlarına kadar her toplumda, her coğrafya da, her yaştan insan arasında  toplumun ahlak normları  gündeme gelmiştir. Tartışmalar özellikle  toplumsal ahlakın nasıl olması gerektiği noktasına odaklanmıştır. Ve insanoğlu bugüne kadar tam ahlaklı bir toplum da kuramamıştır. Görünen odur ki insanlar arası ilişkiler gün geçtikçe karmaşıklaştığından uzun süre de kuramayacaktır. Toplumsal ahlakta bireysel ahlakın da önünde yer alır. Çünkü toplum demek kabul görmek; kabul görmek demekse fedakarlık demek olduğundan bireyin ahlakının önüne çıkmıştır. Zira bir insan kendi hayatı içerisinde ahlaki olmayabilir. Ancak toplum içerisinde tartışılmasına gerek duyulmuyor ve topluma kabul ediliyorsa o birey sosyal yaşamında hiçbir sıkıntı çekmeyecektir. Aynı şekilde kendi ahlaki davranışları başarılı olmayan başka bir birey de mesele toplumsal etkileşim olduğunda, topluma uymayan