Ana içeriğe atla

Hacca Gitmeden Haccı Tutmak

Hacca gitmek değil, haccı tutmakönemli derler. Haccı tutmak deyimi Anadolu’da hacıların sonraki hayatlarında arındıkları günahlardan uzak durmak için çabalarını anlatır. Zordur, zira şeytanın günahsızı daha fazla kandırmaya çalıştığı bilinir. E tabi koskoca hac farizasını yerine getirmiş birinin de hal ve hareketlerine dikkat etmesi gerek denir. Sevimli huysuzluklar yapan yaşlılarımıza: “Hacısın sen, herşeye de karışma.” dediğimiz olmuştur.
Hacıların bilahare dikkat etmesi gerek dediğimiz şey biraz da bizim için geçerli değil mi peki? Özellikle sosyal medyayla iyice üstlendiğimiz her konuya dahil olma fikri çok sağlıklı değil bence. Aslında sosyal medyayı da çok suçlamamak gerek. Öncesinde kahvehanelerde halkımız, gazete köşelerinde konu yetmezliği çeken yazarlarımız hep herşeye karışanlar.
Hoşgörü ve tevazu iki büyük huydur. Hepimizin ortak fikridir ki bunların sıkletine yakın olabilecek tek duygu cömertliktir. (Tabi bu huy biraz zor bulunur huydur.) insanın boyunun ölçüsünü tevazu verirken başkalarının boy ölçüsünü kabul etme işini ise hoşgörü sağlar. Bu iki duygusu yüksek olan insanlar gerçekten kaliteli adamlardır; irtibatı sıkı tutun. Hayatın yer anında ele geçmedikleri gibi size kazık atan adamların tamamı da bu iki duyguya sahip olmayanlardır. Bakın haccı tutmak dahi bu iki huy sayesinde oluyor.
Bu iki huy genetik olarak aktarılabilir; sizin esmanız ve yaradılış gerçeğinizle de ilgili olabilir. Hiçbir çalışma yapmadan bu hasletleri sahibi genelde bu şekilde sahip olmuşlardır. Ancak bu huyların yeterli olmadığı insanlar, eğer ki mutlu bir insan olmak istiyorlarsa, bu huyları edinmeye çalışmalılar. Bakın, mutlu bir insan olmak istiyorlarsa… yoksa, başkaları iyi insan desin diye değil. Zaten kendiyle barışık ve mutlu bir insan çevresine pozitif enerji saçar, haliyle de iyi bir insan olmuş olur.
Bu iki huya sahip olmayan insanlarda ise ortak bir huy var; hor görmek. Hor görmek, hor kelimesinin çirkinliği yüzünden görmek fiilinde de olumsuzluk anlamı açığa çıkarıyor. Hor görenlere bakın, bu iki huydan nasipsiz olanlardır. Hayatın her evresinde vardır bunlardan. Okulda, işte, sokakta, televizyonda, kürsüde… Hep tepeden bakarlar. Hor görüşleri ise tevazu ile ters orantılı. Ne kadar az tevazu, o kadar çok hor görme. Kibri meziyet belleyenler hep bu şahıslardır. Hatta narsizmi kabul edilmeleri gereken bir özellik olarak görürler.
Hor görme nasıl hoşörüsüzlük ve tevazusuzluğun olmamasıyla açığa çıkıyorsa, kibrin olduğu topraklarda beslenir. Bu adamların karakteristik özelliği saymakla da bitmez. Yukarıdaki davranışlara ek olarak göze batmayı meziyetten bilirler. Çünkü göze batmanın da kibirden, kibrin de ilimlerinden, paralarından, diplomalarından olduğunu düşünürler. Bu huylar bir insanda genetik olarak olmayabilir. Yani insan kişilik olarak yatkın olmayabilir. Ama ikisinin de arka planında derin psikolojik baskı, hayatın kırılma anlarında çatışma ve ezilme duygusu yatar. Bu huylar kalıbında az miktarda olan insanlar üstüne bir de böylesi bir sosyal ortamla törpülenince diğerlerinin önüne geçtiği anda hor görme başlar. Kendileri mutlu değillerdir. Mutlu oldukları sanılsa da mutsuzluk onların üzerine yapışmıştır. Bu da yetmezmiş gibi çevrelerini de mutsuz ederler. Çünkü onlar kendi farklılıklarını ön plana çıkarmak için muhataplarının en ufak kusurlarını dahi gözden kaçırmaz ve yorum yapmayı esirgemezler.
Biz yine de bu insanları hor görmeyip böylesi karakterlerin hasta olduğuna hükmedelim. Onların yanlışına düşmeyelim. Onlara gereken tedavi olmak. Tedavileri ise haccı tutmak olacaktır. Sevdiğim bir menkıbe vardır. Bir gün Peygamber’imiz ashabtan bir ile gezerken yolun kenarında bir köpek leşi görürler. Köpeğin ölüsünün etrafa yaydığı koku arşı tutmaktadır. Ashab: “Ya Resullallah! Bu köpeğin leşi ne kadar kokuyor böyle?” der. Peygamber ise bize haccı tutmanın nasıl Bir şey olduğunu binlerce yıl sürecek şekilde ispatlarcasına: “Bak, dişleri ne kadar beyaz! İnci gibi.” der.
Bizlerin hayatta bu kadar hoşgörülü ve tevazu sahibi olabileceğini şahsen sanmıyorum. Çünkü günlük yaşantımızın bize dayattığı şeylerin tamamı bizi birey, dünyanın en kıymetli bireyi hissettirmek üzerine kurulmuş durumda. Ne kadar tanrılaşırsak o kadar harcayacağızdır çünkü.
Biraz klişe bir son paragraf olacak çünkü beylik cümleyle bitireceğiz ama hepimiz haccı tutmaya çalışalım. En azından hoşgörü ve tevazunun ucundan yakalayabiliriz. Zaten toplum olarakta ihtiyacımız olan bu iki huy değil mi?
Murat Emre Tiryakioğlu

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Köy Odası

Köy odası  Anadolu’da pek çok yörenin eski geleneklerindendir. Bu oda kavramını şimdiki evlerimiz gibi düşünmeyin, bu odalar ev sahibinin evin yanına kondurduğu müstakil yapılardır. Şimdilerde özellikle İç Anadolu’da kahvehanelerin dolması ile sayıları azalsa da  Barak Kültürü ’nün ana damarlarından birini oluşturması sebebiyle bizim yörede her şeye rağmen varlığını devam ettirmektedir (daha doğrusu ettirmeye çalışmakta). Köy Odası ’nın kökenini Dede Korkut’ta bulabiliriz. O dönemki otağın kullanım amacı ile bugün yörede kullanılan amacı benzerlik gösteriyor. Oba büyüklerinin istişare ve meşverette kullandığı, şölen ve büyük toplantıların yapıldığı, misafirin ağırlandığı yerlerdir. Erkek nüfusunun her yaştan fertlerinin misafir olmasa dahi bir araya geldiği, selamlıkla benzer yapılardır. Hatta eskiden erkekler zamanlarının çoğunu buralarda geçirir, böylelikle evi de kadınların rahatı için kendilerine bırakırlardı. Hoş, kadınların işten güçten ve bu odaya hizmetten çok rahat...

Düş Kurmak

düşler Bizi kısıtlayan, yoran, sıkıntıya sokan hep kendi isteklerimiz, kendi düşlerimiz. Öyleyse kişi insan olmanın tadını almak için isteklerinin düşlerinin de ötesine geçmeli. Geçmeli herşeyden, herşeyle yaşayarak. Herşeyden geçen ama herşeyi yaşayanlara selam olsun. Başarıda burada gizli değil midir? Ötelere bir hedef yerleştirip, sonra o hedefinde ötesine geçmek... Ondan, bundan, yardan, serden geçmek... Geçtikçe onunla, bununla, yar ile ser ile yaşamak. Herkesin hayatı farklıdır. Benim hayatım farklı, seninki farklı... Benim yaşadığım evrende senden farklı, senin yaşadığın evrende benden. Ortak bir yaşam söz konusu değil. Aynı dalga boyutunda sonsuza açık idraklerin birbirinin far mesafesine girmesi sadece.Yada biri çok görmek. Öyleyse çok görmekte düş görmenin kendisi ve kısıtlayıcı etken. Herşeyi gördüğünden ibaret sanmakta... Ne yani şimdi düş kurmak kötü birşey mi? Elbette değil... Mesele düşlerde kalmak... Derdimiz onunla olmalı zaten. Düşlerin ötesine geçebilmek he...

Bir Neslin Romanı

Anadolu gencinin öyküsü ne derece yazılmıştır? Yazıldıysa ne kadar okunmuştur? Eksikliğin sebebi hikmeti nedir? Dünün gencinin, bugünün gencinin, hatta yarının gencinin... Edebi dünyamızda en büyük eksik desek yeridir belki de. Geç algılamış olsam da şahsıma göre entellektüelliğe doğru adım atma peşinde olan kişi meseleye evvela edebiyatla girmelidir. Özellikle de romanlar... Tabi ki her romanın toplumsal bir ayna olabileceğini iddia edecek değilim. Fakat bir romanı zaman ötesine taşıyan temel özelliği ayna oluşudur. Büyük klasiklerden anladığımız budur gördüğümüz kadarıyla. Her ne kadar "Bizim romanlarımız, şarkılarımızdır." demiş olsa da Yahya Kemal'in bu tespiti ramanın tüketici popülerliği içerisinde gözden kaçmaya mahkum olmaktadır. Şiirimiz de, şarkımız da türkümüz de anlık tüketim dolayısıyla üstadın belirttiği algıyla düşünülmemektedir. Fakat bizim kendi romanımızın sayısı az olduğu için henüz bu alan yıllardır nadasa bırakılmış tarla mesabesindedir. Türkiye...