Ana içeriğe atla

İmkanlar Distopyası

Kendiyle hiç hesaplaşmayanlar tanıyorum. Hani yastığa başını kouduğunda dahi düşünmekten kaçmak için için film izleyen, uykudan önceki son algısı diğer insanların paylaşımları olan insanlar tanıyorum. Benim de dahil olduğum büyü bir kitle bu. Düşünmekten kaçan, düşünceden kaçan, sözüm ona meşgul, günün yirmi dört saat olmasından şikayet eden insanlar olup çıktık iyice.
Eskiden nelerden şikayet edilirdi? Mesela; televizyon… özel kanallarla birlikte yaygınlaşıp hayatın tam merkezine oturduğu zamanlar şikayetler muhabbetin bitmesinden olurdu. Alışkın değildi insanlar. Hatta kültürün çok konuşmayı kötü saydığı bir dünyanın içine hiç durmadan konuşan bir “şey” olarak girmişti hani televizyon. Radyodan farkı görüntü vermesi ve insanları izlemeye mecbur bırakmasıydı. Insanlar ürkmüştü bu durumdan. Sürekli müdahale edemeden, cevap veremeden birilerini dinlemek zorunda kalıyorduk. Işte o dönem kaygı duyanlar şimdiki halimizi görse peki? Kendiniz bir düşünün; doksanlı yıllarda, hatta rahmetli dedenize falan, günümüz insanının telefonla Amerika’daki biriyle görüntülü konuştuğunu, telefondan radyo televizyon izleyebildiğini, resimlerini başkasına gönderebildiğini, hatta sanal bir sergi olup herkesin orada birbiriyle arkadaş olup birbirinin resimler görebildiğini… Büyülenirler, büyülenirdik… Fakat tüm bunların sonunda da yirmi dört saat telefonun elimizden düşmediğini, birbirimizin yüzüne değil parlak ekrana bakmak zorunda olduğumuzu, sabah kalkar kalkmaz, akşam yatarken hep telefonla hemhal olduğumuzu, insanlarla bağlantımızın prize yakınlıkla iniltili olduğunu da anlatsaydık… telefonlardaki bir oyun yüzünden çocukların intihar ettiğini, cinsel istismarı, dolandırıcılıkları, sokakta düşsek yardım yerine videoya alınacağımızı da eklesseydik…
Distopya gibi gelirdi onlara değil mi?
Evet. Bir distopyanın canlı yaşayanlarıyız. Hepimiz baş aktör ve aktrisler… işte bizim de mücadelemiz bu oluyor. Hani her zaman bahsettiğimiz hayatın zorlukları, mücadele, acı yok Rocky falan, hep biz çağ insanı için söylenmesinde bir ibret vardır. Bizlerin acısı, elemi, kırmamız gereken zincirler hep bu modern alışknlıklar işte. Bugün artık sadece acılara göğüs germe yetmiyor, üstüne bir de sıkı disiplin gerekiyor. Başta telefon olmak üzere bizim güncel alışkanlıklarımız, tüketimlerimizin geçmişin sefaletinden, garibanlığından, aşağı kalır değil. Tek farkı bize bildiğimiz manada acı çektirmediği için şikayetçi değiliz. Yoksa bizi açlıktan da, yoksulluktan da, hor görülmekten de çok hırpalayan, en zayıf noktamıız egomuzdan yakalamış istediği diyara ve zihne savurabilen bir çağla karşı karşıyayız. Eskinin dertleri bize insan olduğumuzu hissettiren, diğer insanlarda da bulunan dertlerdi. Çağımızda ise derdimiz kimsede yok ve derdimizi merak eden de yok. Düşman güçlü, aynı zamanda da sinsi…
Burada teknoloji ve medeniyet düşmanlığı yapmıyorum. Ki kendi çapımda fena bir teknoloji takipçisi olmadığım da söylenebilir. Fakat; ben de dahil, kontrolü kaybetmiş durumdayız. Bir insanın düşünmesini bile engelleyecek nasıl bir hayatı olabilir ki? Ve bu hayat gerçekten güzel ve konforlu bir hayat mıdır? Küçük burjuva alışkanlıklarımız, aydan aya değişen moda, kasası iki üç yılda bir güncellenen otomobiller, albenili tasarımlarıyla ilaç kutuları, gündüz kuşağı programları, iş yeri stresi, trafik, çevre kirliliği ve plastik olan herşey…
Hulasa; hayatın çile elem ve dertleri hiçbir zaman bitmeyecek. Dünün insanları yokluk ile imtihandayken, bugünün insanları varlıkla kuşatılmış durumda. Durum vahim ve içinden çıkılmayacak düzeyde. Bir imkânlar distopyasının merkezinde ve yardıma muhtaç vaziyetteyiz. İnsani dertlerimize dahi eğilemeyecek kadar meşgulüz. Yani efkârlanamayacak, kahkaha atamayacak, duygulanamayacak, hasretlik çekemeyecek kadar büyük bir kesret mesaisi payımıza düşmüş. Bundan büyük çile, bundan büyük elem ve bu albenili ekranları kontrol altına almaktan büyük savaş yok günümüzde.
Murat Emre Tiryakioğlu

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İletişim Neden Önemlidir

Dumanla haberleşmeden yola çıkan insan tepede ateş yakmaya, oradan ulaklara, güvercinlere, daha sonra postaya varıp telefonla daha hızlı bir iletişim yöntemi buldu. Şüphesiz ki Graham Bell icadının günümüzdeki kullanım şeklini hayal edemezdi. Telefonun icat olduğu 18. Yüzyıl başlarından bugüne iletişim çok farklı bir boyut kazandı. Hatta sanayi üretiminin gelişip ticaret kavramının ivme kazanması, birtakım ihtiyaçların acil kategorisine girmesi neticesinde telefon da iletişim ve ticaret arasında hangisinin hangisine sebep olduğu karmaşık bir mesele olup çıktı. Bugün mevcut insanlar arası etkileşim ihtiyacının telefona yol açtığı; yoksa telefonun mu iletişimi bu boyuta getirdiği sorusu muğlak kalacaktır. Evet, telefon tarihi içerisinde faksı doğurdu. Arada telgraf gibi iletişim yolları varsa da kullanılabilirlik açısından telefona yetişemedi. Derken bilgisayarın keşfi ve ağ olayının gelişimiyle internet kullanımı başladı. Ve yaygınlaştı. Artık iletişim konusunda hiçbir şey eskisi gib

Köy Odası

Köy odası  Anadolu’da pek çok yörenin eski geleneklerindendir. Bu oda kavramını şimdiki evlerimiz gibi düşünmeyin, bu odalar ev sahibinin evin yanına kondurduğu müstakil yapılardır. Şimdilerde özellikle İç Anadolu’da kahvehanelerin dolması ile sayıları azalsa da  Barak Kültürü ’nün ana damarlarından birini oluşturması sebebiyle bizim yörede her şeye rağmen varlığını devam ettirmektedir (daha doğrusu ettirmeye çalışmakta). Köy Odası ’nın kökenini Dede Korkut’ta bulabiliriz. O dönemki otağın kullanım amacı ile bugün yörede kullanılan amacı benzerlik gösteriyor. Oba büyüklerinin istişare ve meşverette kullandığı, şölen ve büyük toplantıların yapıldığı, misafirin ağırlandığı yerlerdir. Erkek nüfusunun her yaştan fertlerinin misafir olmasa dahi bir araya geldiği, selamlıkla benzer yapılardır. Hatta eskiden erkekler zamanlarının çoğunu buralarda geçirir, böylelikle evi de kadınların rahatı için kendilerine bırakırlardı. Hoş, kadınların işten güçten ve bu odaya hizmetten çok rahat edebildi

Toplumsal Ahlak Sorununun Nedeni: Bizler

Toplumsal ahlak sorunu  belki de binlerce yıllık bir tartışmanın mirasıdır. Antik Yunan’dan günümüz Nihat DOĞAN sabah programlarına kadar her toplumda, her coğrafya da, her yaştan insan arasında  toplumun ahlak normları  gündeme gelmiştir. Tartışmalar özellikle  toplumsal ahlakın nasıl olması gerektiği noktasına odaklanmıştır. Ve insanoğlu bugüne kadar tam ahlaklı bir toplum da kuramamıştır. Görünen odur ki insanlar arası ilişkiler gün geçtikçe karmaşıklaştığından uzun süre de kuramayacaktır. Toplumsal ahlakta bireysel ahlakın da önünde yer alır. Çünkü toplum demek kabul görmek; kabul görmek demekse fedakarlık demek olduğundan bireyin ahlakının önüne çıkmıştır. Zira bir insan kendi hayatı içerisinde ahlaki olmayabilir. Ancak toplum içerisinde tartışılmasına gerek duyulmuyor ve topluma kabul ediliyorsa o birey sosyal yaşamında hiçbir sıkıntı çekmeyecektir. Aynı şekilde kendi ahlaki davranışları başarılı olmayan başka bir birey de mesele toplumsal etkileşim olduğunda, topluma uymayan