Ana içeriğe atla

Notlardan Yola Çıkmak

Ara ara defterlere veya Word dosyalarına kaydettiğim notlara bakarım. Bazen ‘işte bu’ dediğim olur, bazen ise neyini yazdığıma anlam veremeyip beğenmem. Yalnız her iki durumda da not almanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha görmüş olurum. Çünkü fikir veya ilham, adına her ne denilirse denilsin, geldiği anda çok fazla süreniz yok. Kayda almadığınız zaman uçup gidiyor ve o anda sizi aşırı derecede heyecanlandıran bir fikir, bir metafor, bir çözümleme adeta günlük hayatta pek düşünmeden kurulmuş bir hayal gibi geçip gidiyor.
Aynı şekilde daha önceki kayıtlarınızı karıştırıp bir konuyu irdelemeye çalıştığınızda da, yazasınız olmasa da not aldığınız konunun üstüne gidebiliyorsunuz. Yazıyla az çok içli dışlı olanlar yaşamıştır bunu. Bir yerde gördüğünüz bir söz bir önerme sizde bir ufuk açar ve ardından çok fazla uğraşmaya gerek kalmadan koca bir makale oluşturmuş olursunuz. Bu ilham mıdır? “Abi bir gelmiş varya, bir oturuşta sekiz yüz kelime devirdim.”
Gelen bir şey yok aslında. Çünkü o gördüğünüzü sandığınız fikir aslında sizde bir zaman birikip olgunlaşan bir idrakin muhakemesini sonuçlandırmasından başka bir şey değil. Yani fikir zaten mevcut sizde. Sadece gereken bakımı görmemiş ve zar zor gün ışığına ulaşıp filizlenmiş. Tohum sizde mevcuttu, aynı şekilde küçük bir gözenek vermeye de başlamıştı. Fakat bakımı yoktu.
İşte yazarların bizlerden farkı da burada ortaya çıkıyor. Yazar burada bu toprağı filiz olsa da, olmasa da işleyen kişidir. Çiftçi ile aynı tabiattandır yazar. Ürünü aldıktan sonra dönüp gitmez. Ürün sonrası bakımını yapar, sürer, işler toprağı. Yani aklında bir fikir olsun veya olmasın yazmaya devam eder. Israrlı bir şekilde, bıkmadan usanmadan. Yazarlık bir meslek midir sorusunu bu emekle düşünür isek; evet yazarlık meslek zanaat olmasının yanında. Çünkü bu işin yolu mesai harcamaktan geçiyor.
Mesai harcadığınız sürece hem fikrin ilk heyecanıyla yaptığınız anlam düşüklükleri, imlâ ve noktalama hatalarını düzeltme şansınız oluyor; hem de bir zaman sonra ilham gelme, yazacak birşey bulamama gibi dertleriniz kalmıyor. Çünkü zihin kısa bir antrenman sonrasında bu yoğun tempoya alıştığı için muhakeme yeteneği de o nispette artıyor ve her konuyu kendi idrakinize göre değerlendirme şansına sahip oluyorsunuz.
Ayrıca beyin ne kadar işlenirse o kadar gençleşen ve dinlenen organdır. Zihin yorgunluğu denen şeye en iyi gelen şey başka bir zihni aktiviteyle uğraşmaktır. Bu yüzden okumaktan veya yazmaktan yorulduğunuzu hissettiğiniz anda konu değiştirme sizi dinlendirecektir. Bu yüzden farklı konulardaki yazılarımızı da ara ara gözden geçirmeli, gerçekten bitip bitmediğini de kontrol etmeliyiz. Şahsen ben böylesi geriye dönük okumalarda pek çok yazının gerçekten bitmediğini görüyorum kendimde. İşte o zaman çok yazıp az yayınlamak neymiş insan anlıyor.
Fakat yayınlamanın yazmak üzerinde inkar edilemez bir motivasyonu vardır. Bir dergide, gazetede, bültende, okul gazetesinde, Kalemiye’de yazının yayınlanması insanı daha fazlasını yazmak için motive eder. Artık bir kitleyle muhatap olunmuştur ve başkalarıyla muhatap olmak bir dizi sorumluluğu beraberinde getirir. Böyle düzenli yazı takviminde zorlanma da yine geçmişte biriktirilmiş not olmamasıyla meydana çıkar. Yoksa günlük yazan biri pekalâ daha önce ertelediği bir konuyu bitirip takvime yetiştirebilir.
Peki bu satırları yazan kişide durum nedir? Maalesef o da erteleme ve sorumsuzluk hastalığı yüzünden çok aksayanlardan. Yazı konusundaki bu tembelliğin nereden kaynaklandığını biliyor aslında. Hastalığı teşhis etmiş gibi. Hani alkol kullanan dahiliyeci veya sigara içen KBB doktoru gibi düşünün. Allah’tan okumayı bırakmıyor. Bir de arada sırada not almayı.
Murat Emre Tiryakioğlu

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Köy Odası

Köy odası  Anadolu’da pek çok yörenin eski geleneklerindendir. Bu oda kavramını şimdiki evlerimiz gibi düşünmeyin, bu odalar ev sahibinin evin yanına kondurduğu müstakil yapılardır. Şimdilerde özellikle İç Anadolu’da kahvehanelerin dolması ile sayıları azalsa da  Barak Kültürü ’nün ana damarlarından birini oluşturması sebebiyle bizim yörede her şeye rağmen varlığını devam ettirmektedir (daha doğrusu ettirmeye çalışmakta). Köy Odası ’nın kökenini Dede Korkut’ta bulabiliriz. O dönemki otağın kullanım amacı ile bugün yörede kullanılan amacı benzerlik gösteriyor. Oba büyüklerinin istişare ve meşverette kullandığı, şölen ve büyük toplantıların yapıldığı, misafirin ağırlandığı yerlerdir. Erkek nüfusunun her yaştan fertlerinin misafir olmasa dahi bir araya geldiği, selamlıkla benzer yapılardır. Hatta eskiden erkekler zamanlarının çoğunu buralarda geçirir, böylelikle evi de kadınların rahatı için kendilerine bırakırlardı. Hoş, kadınların işten güçten ve bu odaya hizmetten çok rahat...

Düş Kurmak

düşler Bizi kısıtlayan, yoran, sıkıntıya sokan hep kendi isteklerimiz, kendi düşlerimiz. Öyleyse kişi insan olmanın tadını almak için isteklerinin düşlerinin de ötesine geçmeli. Geçmeli herşeyden, herşeyle yaşayarak. Herşeyden geçen ama herşeyi yaşayanlara selam olsun. Başarıda burada gizli değil midir? Ötelere bir hedef yerleştirip, sonra o hedefinde ötesine geçmek... Ondan, bundan, yardan, serden geçmek... Geçtikçe onunla, bununla, yar ile ser ile yaşamak. Herkesin hayatı farklıdır. Benim hayatım farklı, seninki farklı... Benim yaşadığım evrende senden farklı, senin yaşadığın evrende benden. Ortak bir yaşam söz konusu değil. Aynı dalga boyutunda sonsuza açık idraklerin birbirinin far mesafesine girmesi sadece.Yada biri çok görmek. Öyleyse çok görmekte düş görmenin kendisi ve kısıtlayıcı etken. Herşeyi gördüğünden ibaret sanmakta... Ne yani şimdi düş kurmak kötü birşey mi? Elbette değil... Mesele düşlerde kalmak... Derdimiz onunla olmalı zaten. Düşlerin ötesine geçebilmek he...

Bir Neslin Romanı

Anadolu gencinin öyküsü ne derece yazılmıştır? Yazıldıysa ne kadar okunmuştur? Eksikliğin sebebi hikmeti nedir? Dünün gencinin, bugünün gencinin, hatta yarının gencinin... Edebi dünyamızda en büyük eksik desek yeridir belki de. Geç algılamış olsam da şahsıma göre entellektüelliğe doğru adım atma peşinde olan kişi meseleye evvela edebiyatla girmelidir. Özellikle de romanlar... Tabi ki her romanın toplumsal bir ayna olabileceğini iddia edecek değilim. Fakat bir romanı zaman ötesine taşıyan temel özelliği ayna oluşudur. Büyük klasiklerden anladığımız budur gördüğümüz kadarıyla. Her ne kadar "Bizim romanlarımız, şarkılarımızdır." demiş olsa da Yahya Kemal'in bu tespiti ramanın tüketici popülerliği içerisinde gözden kaçmaya mahkum olmaktadır. Şiirimiz de, şarkımız da türkümüz de anlık tüketim dolayısıyla üstadın belirttiği algıyla düşünülmemektedir. Fakat bizim kendi romanımızın sayısı az olduğu için henüz bu alan yıllardır nadasa bırakılmış tarla mesabesindedir. Türkiye...