Ana içeriğe atla

Toplumsal Ahlak Sorununun Nedeni: Bizler

Toplumsal ahlak sorunu belki de binlerce yıllık bir tartışmanın mirasıdır. Antik Yunan’dan günümüz Nihat DOĞAN sabah programlarına kadar her toplumda, her coğrafya da, her yaştan insan arasında toplumun ahlak normları gündeme gelmiştir. Tartışmalar özellikle toplumsal ahlakın nasıl olması gerektiğinoktasına odaklanmıştır. Ve insanoğlu bugüne kadar tam ahlaklı bir toplum da kuramamıştır. Görünen odur ki insanlar arası ilişkiler gün geçtikçe karmaşıklaştığından uzun süre de kuramayacaktır.
Toplumsal ahlakta bireysel ahlakın da önünde yer alır. Çünkü toplum demek kabul görmek; kabul görmek demekse fedakarlık demek olduğundan bireyin ahlakının önüne çıkmıştır. Zira bir insan kendi hayatı içerisinde ahlaki olmayabilir. Ancak toplum içerisinde tartışılmasına gerek duyulmuyor ve topluma kabul ediliyorsa o birey sosyal yaşamında hiçbir sıkıntı çekmeyecektir. Aynı şekilde kendi ahlaki davranışları başarılı olmayan başka bir birey de mesele toplumsal etkileşim olduğunda, topluma uymayan muhatabı yerden yere vurup ağır bir şekilde eleştirebilir. Tıpkı bizde bu zamanlarda olduğu gibi.
Facebook kullanıcıların (aslında tüm sosyal medyanın) bazı mitleri vardır. Bunlar kesin kaynaklıdır, tartışmaya açılamaz, sorgulanamaz ve beğenip paylaşılması zorunludur. Kayıp ilanları, kan aranıyorlar, doğuma, düğüne, cenazeye beğeni ve de yıllardır kullanılan birtakım politik argümanlar… Mesela meclisteki yemekleri gösterir bir menü vardır. Yaklaşık on yıllıktır ve hiç fiyat artışı olmaz, tasarımı değişmez ve eskimez de. Belgenin doğru veya yanlışlığını kanıtlayamam şu anda. Asıl mesele bu listenin toplumsal ahlaka uymaması paylaşanların tezine göre. Yani meclisteki yemek fiyatlarını görüp kendisi 12 TL’ye nohut alınca vatandaş bunun etik olmadığını, o kadar maaşla nasıl ucuz yemek yediğini anlatıp durabiliyor. Çünkü toplumsal ahlak bu argümanı ona vermiş ve yukarıda dile getirdiğimiz gibi kendi bireysel ahlakını zerre dile getirmeden toplumun menfaatleri için bu eleştiriyi yapma lüksüne sahip.
İşte topluma bir ahlak inşa edilmek isteniyorsa tam da buradan başlanmalı. Felsefecilerin, toplumbilimcilerin, yöneticilerin, hulasa bu işe kafa yoran herkesin ortak soru ve düşünme alanıdır. Acaba geleneksel kültür ahlak için yeterli mi? Toplumsal ahlak yasalar ile garanti altına alınırsa herkes uyar mı? Bu sorular belki binlerce yıl sürecek sorular fakat toplumda ahlak oluşturmanın bireyden geçtiği özellikle unutulmamalı. Bugün; hızla gelişen teknoloji, ekonomik çıkarların hayatın merkezine oturuşu ve insanı her yanından kuşatan, yüksek stresli ve binlerce veriye muhatap kalınan bir dış yaşam ile bencilliğe, bencilliğin sonuçları olarakta tüketmeye yönelen bir insan modeli ortalama bir insan oldu artık. Hepimiz gerçek ve sanal dünyada ön plana çıkma, söz sahibi olma, kısaca “En” olma derdindeyiz. Âli menfaatlerimiz bize yön veriyor, diğer insanlarla yaşamanın şartı olan kurallarda boşluk buldurmaya çalışıyor. Evet kendi menfaatimiz için toplumun ahlak normlarından sızmalara dikkat kesiliyoruz.
Çünkü toplumsal olanı, hele de başka uymamışsa savunmak kolaydır. Bir kitle ile aynı hislere sahip olma şansı vardır. Ancak mesele bireysel ahlaka indi mi kitlenin tamamına yakını çuvallamakta. Hep derim: “Kırmızı ışıkta geçenlerin büyük ülkesi olmaz.” kendimce bir tespit. Peki, şehir merkezinden az uzakta kalmış ve pek yoğun değil. Hatta hiç kimse gözükmüyor ve siz de hızınızı almış geliyorsunuz. Hiç böyle bir durumda kırmızı ışıkta geçmediniz mi? Bu bir ahlak normunu delmek olmuyor mu? Örneği çoğaltmak mümkün hayatın her alanında. Mesela sıra numarası olmayan bir kuyrukta kaynak yaptığınız, sizden önce gelmiş olan birilerinden daha önce kendi işinizi hallettiğiniz olmadı mı? Yere çöp atmak ahlaki midir? Kaldırıma park etmek veya gürültü müzik dinlemek, insanların geçiş alanına tezgah kurmak?
Bunlar bizim deldiğimiz ahlak kurallarının sadece birkaçı. Bunun daha fiş kesmemek, vergi kaçırmak, emniyet şeridini ihlal, ağaç kesmek gibi yüzlerce örneği var. Hepimiz her an kuralları delecek potansiyele sahibiz. Bakın hepsi bencillikle ilgili hususlar. Zaten insanı ahlaki halinin dışına çıkaran şey egosudur çünkü. Hatta bu birey (yani bizler) toplumsal ahlaka aykırı şeyleri eleştirirken dahi kendi menfaatine dokunacağını düşündüğü için eleştiri yoluna gider. İmdi, yukarıda saydığımız örnekleri hayatının olağanı haline getirmiş adamın eleştirisini ne kadar ciddiye almak gerek? Samimi midir bunları yapan kimse başka bir yapana laf söylediği vakit? Bu saydığımız ahlak delici fiiller; bugün bireyler bazında olağan hale gelmemiş midir?
Gelmiştir.
İşte bu yüzden de yavaş yavaş toplumsal ahlak kurallarına dönüşmektedir. Çünkü bir fiil bir zümrede sürekli tekrarlanması halinde hayreti üstünden atacak ve sıradanlaşacaktır. O sıradanlığın kabulü yavaş yavaş topluma da evrilecektir. Bugün bizde olan tam da budur. Bireysel olarak bir arada yaşama ahlakımız yerlerde süründüğü için bu toplumsal ahlaka da yansımaktadır. Kimse artık bazı konuların toplumsal ahlakın ilkelerinden olduğunu iddia edemez. Yasa da veya törede o ilkenin toplumsal ahlakın olmazsa olmazı yazması maalesef uygulamada o hususa kesinlik kazandırmıyor. Hatta bu ahlak normlarına tam anlamıyla uyanlar deyim yerindeyse keriz görülüyor. Böylesi bir ortamda kalkıp başkasının yanlışına bağırıp çağırmak, ayıplamak, kınamak ne etiğe uyar ne ahlaki olur. Tabi bireysel ahlakta kişi bu başkasını eleştirmeyi ahlaki görebilir. Toplumsal ahlakta da başkasının arkasından konuşmak ayıp diye bilinir değil mi?
Değil işte.
Çünkü söylediğimiz gibi toplum artık gıybeti olağan kabul etmiştir etmemiş gibi gözükse de. Halkın her zümresinde, her noktasında gıybet hayattan bir parça durumunda.
Bu yüzden başkalarını eleştirirken biraz oturup düşünmek gerekir. Düşünmek; ahlaki bir eylemdir. Siyasetçiyi, yöneticiyi eleştiren adam bizzat onu kendisi seçmiştir. Muhalefet olduğunu söyleyip kabul etmiyorsa, iyi yapılamayan muhalefeti kendisi seçmiştir. Halkın yarısını koyun ve aptal gören in bizzat kendi yarısı öyledir. İnsan kendine yapılmasını istemediği fiilleri başkasına yapmamalı ve başkasının fiillerini de her ortamda yargılamamalıdır. Bu insan nihayetinde ödülünü alacak, çevresi kendisi gibi hoşgörülü ve ahlak normlarına uyan insanlardan oluşmaya başlayacaktır. Bu insan kümesi çevreye, çevre de topluma sirayet edip teoride mükemmel olan toplumun ahlaki normları uygulamada da öyle olacaktır.
Yani, memleketi düzeltmeye önce kendimizden başlayalım. Kendimiz yanlış olduğu sürece memlekette doğru işler göremeyeceğiz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Köy Odası

Köy odası  Anadolu’da pek çok yörenin eski geleneklerindendir. Bu oda kavramını şimdiki evlerimiz gibi düşünmeyin, bu odalar ev sahibinin evin yanına kondurduğu müstakil yapılardır. Şimdilerde özellikle İç Anadolu’da kahvehanelerin dolması ile sayıları azalsa da  Barak Kültürü ’nün ana damarlarından birini oluşturması sebebiyle bizim yörede her şeye rağmen varlığını devam ettirmektedir (daha doğrusu ettirmeye çalışmakta). Köy Odası ’nın kökenini Dede Korkut’ta bulabiliriz. O dönemki otağın kullanım amacı ile bugün yörede kullanılan amacı benzerlik gösteriyor. Oba büyüklerinin istişare ve meşverette kullandığı, şölen ve büyük toplantıların yapıldığı, misafirin ağırlandığı yerlerdir. Erkek nüfusunun her yaştan fertlerinin misafir olmasa dahi bir araya geldiği, selamlıkla benzer yapılardır. Hatta eskiden erkekler zamanlarının çoğunu buralarda geçirir, böylelikle evi de kadınların rahatı için kendilerine bırakırlardı. Hoş, kadınların işten güçten ve bu odaya hizmetten çok rahat...

Düş Kurmak

düşler Bizi kısıtlayan, yoran, sıkıntıya sokan hep kendi isteklerimiz, kendi düşlerimiz. Öyleyse kişi insan olmanın tadını almak için isteklerinin düşlerinin de ötesine geçmeli. Geçmeli herşeyden, herşeyle yaşayarak. Herşeyden geçen ama herşeyi yaşayanlara selam olsun. Başarıda burada gizli değil midir? Ötelere bir hedef yerleştirip, sonra o hedefinde ötesine geçmek... Ondan, bundan, yardan, serden geçmek... Geçtikçe onunla, bununla, yar ile ser ile yaşamak. Herkesin hayatı farklıdır. Benim hayatım farklı, seninki farklı... Benim yaşadığım evrende senden farklı, senin yaşadığın evrende benden. Ortak bir yaşam söz konusu değil. Aynı dalga boyutunda sonsuza açık idraklerin birbirinin far mesafesine girmesi sadece.Yada biri çok görmek. Öyleyse çok görmekte düş görmenin kendisi ve kısıtlayıcı etken. Herşeyi gördüğünden ibaret sanmakta... Ne yani şimdi düş kurmak kötü birşey mi? Elbette değil... Mesele düşlerde kalmak... Derdimiz onunla olmalı zaten. Düşlerin ötesine geçebilmek he...

Bir Neslin Romanı

Anadolu gencinin öyküsü ne derece yazılmıştır? Yazıldıysa ne kadar okunmuştur? Eksikliğin sebebi hikmeti nedir? Dünün gencinin, bugünün gencinin, hatta yarının gencinin... Edebi dünyamızda en büyük eksik desek yeridir belki de. Geç algılamış olsam da şahsıma göre entellektüelliğe doğru adım atma peşinde olan kişi meseleye evvela edebiyatla girmelidir. Özellikle de romanlar... Tabi ki her romanın toplumsal bir ayna olabileceğini iddia edecek değilim. Fakat bir romanı zaman ötesine taşıyan temel özelliği ayna oluşudur. Büyük klasiklerden anladığımız budur gördüğümüz kadarıyla. Her ne kadar "Bizim romanlarımız, şarkılarımızdır." demiş olsa da Yahya Kemal'in bu tespiti ramanın tüketici popülerliği içerisinde gözden kaçmaya mahkum olmaktadır. Şiirimiz de, şarkımız da türkümüz de anlık tüketim dolayısıyla üstadın belirttiği algıyla düşünülmemektedir. Fakat bizim kendi romanımızın sayısı az olduğu için henüz bu alan yıllardır nadasa bırakılmış tarla mesabesindedir. Türkiye...