Ana içeriğe atla

Pazar Günü Pazar Felsefesi

Kahvaltı sonrası kitabı ele alınca bilgisayardan da Youtube’u açtım. Önerilen şarkılarda Nihavend çalma listesi vardı. Nihavend normalde favori makamım değildir, ben rastçı adamım. Fakat zarif bir makamdır, hüznünde bile huzur vardır. Anı tazelemek isteyebilecek herkesin dimağını açabilecek kapasitesi de vardır. Tıpkı pazarlar gibi.
Pazar… Cumhuriyet Türkiye’sinin oturttuğu kültürel figürlerden o da. Her ne kadar cuma mübarek gün olduğu için o günün tatil olması gerek diyenler olsa da bence pazarın tatil olması cumanın uhreviyatını daha da öne çıkarıyor. Aksi taktirde mübarek güne tatil muamelesi yapacaktık. Neyse, pazar pazar, pazar polemiğine girmeyelim. (üç pazar arka arkaya virgülsüz olmuyor sanırım.)
evet. Pazar günü değişen çalışma hayatının çalışmama günü olarak, öğrenciden reyon görevlisine (hepsine değil) tatil olarak birtakım ritüeller, folklorik figürler sahibidir. Folklorik oluşu ise pazarı değerlendirmenin coğrafya ile doğrudan ilişkisi vardır. Mesela bir Antepli için pazar günü mangal demektir. Üniversite yolu ve Dülük Kavşağı boğaz trafiğini aratmaz. Maşallah demeli Antep’e. Bir ormanda, özellikle de yazları, binlerce ateş yakıp ormanı yakmıyorlar. Allah korusun. Boğaz demişken, boğazlarına da düşkün olurlar da benim diyeceğim boğaz köprüsü olan. Dünyanın merkezine kurulmuş bu akıntıda pazarı geçirmekte mangal sefası gibi folkloriktir. Yalısında ciddi kanallarda aktüel programlar açık televizyonuna hafif yan dönmüş espressosunu yudumlayarak da geçiren var, bu kültürün yaşadığı yerleri uzaktan da olsa görmek için onlarca insan yirmi teleye tekneye doluşup bir saatliğine de olsa kıyıları izleme kültürü olan da var. Yaz ise halk plajları var mesela. Eminönü, Beşiktaş ve Üsküdar’ın pazar kültürü de kalabalık olmaktır.
Bir coğrafi işaret daha koyalım: mesela Trakya için pazar günü öğleden önce uyanmamaktır. Cumartesi akşamı, bir Trakyalı söz konusu olduğunda, rakı için bütün iklimlerde en uygun akşamdır. Içilir. Kaçışı yok. Geç saatlerde olaysızca dağılınır ve pazar günü ikindi vaktine kadar makdûller ortada gözükmez. Onların aksine, kıyıda yaşayan her yerde olta balıkçıları için pazar günü erkenden misina kontrollerini yapıp kovaları tuzlu suyla doldurduktan sonra oltaları suya fırlatmaktır. Hatta bir film sahnesinden mütevellit klişeye dönüşmüş babasıyla balığa giden çocuk figürlerini dahi görebilirsiniz.
Meşrebizine göre pazar günü değerlendirmesi yaparsınız. AVM’den trekkinge, köyde bağ bahçeden evde sobanın başında oturmaya kadar çok fazla çeşidi var pazarı değerlendirmenin. Yani memlekette pazar kültürü kalıplaşmış artık. Ana figürlerimizden olmuş, lamı cimi yok.
Ben de ise mevsimler günlerle iniltilidir biraz. Mesela ben ilkbaharı her zaman okula gidilmemiş bir haftaiçi günü yeşilin tonları içinde, güneşten hafif yanarak oturmak olarak algılarım. Okula gitmemiş, veya devamsızlık yapmışsınızdır. Kahvaltı yapılmış, öğleye doğru tek tük araç sesleri haricinde beşer sesi harici çıt yok. Yeşile bakıyorsunuz müdahalesiz. Ne öğretmen, ne patron, ne komutan… Kimse yok ilkbaharla sizin aranızda.
Pazar ise sonbahar ile eşleşir dimağımda. İyi bir pazar günü sonbahar günü olandır diyecek kadar da iddia sahibiyim. Hakikatin cilvesi olarak bugün pazar tatili diye bir kavram olmayan bir işte çalışıyorum, çokluk hafta içi günlerim de pazar gibi değerlenebiliyor ama, yine de bilirim o duyguyu. Köyde kahvaltı sonrası başladığımız maçlardan, bağa bahçeye gidip budam odunlarını toplamaktan, toplanmış pamukta koyunları otlatmaktan bilirim. Sonbahar bizim için pazar, çünkü yörenin yaz sıcağı sabah dokuzdan öğleden sonra dörde kadar bir çocuğun, hatta ne çocuğu bir yetişkinin dışarıda meşgul olabileceği bir hava değildi. Tabi bir de okullar tatildi, pazar derdi yoktu gerçi. Pazar akşamları mesela, harıl harıl ödev yetiştirdiğim zamanlardı. Hatta ben memlekette öğrencilerin kahir ekseriyeti gibi son ana kalanların içinde de son ana kalanlardandım. Nasıl mı? Benim ilk ve ortaokulda okul saatinden çok daha önce kalkıp (ne de olsa köy çocuğuyuz erken kalkmak bizim işimiz) ödev yetiştirmişliğim vardır. Risk ise risk; zaman yönetimi ise âlâsı… On yaşında, üstüne bir de çalışkan çocuk, okula gitmesine dakikalar kala yapardı ödevini. Neden? Çünkü pazar günü kıymetli idi her anıyla. Değerlendirilmesi gerekip, kişi eğitim sisteminin tahakkümüne boyun eğmemeli idi.
Bugün dahi sonbahar mevsimine en uygun gün olarak pazarı görürüm. Herkese bir sakinlik çöker. Zaman kaybetmenin önemini anlamış olurlar. Nasıl mı? Sıcak havalar gidiyor, soğuklar başlayacak, kar gelecek telaşıyla günün eze eze her anının tadını çıkarma peşine düşerler. Vakit kaybı, hevesin kursakta kalması olacaktır onlara. Çocuklar 2010 sonrası anneleri yüzünden mayısa kadar park, salıncak göremeyecekler. Herkes farkında olan bitenin yani. Dimağlar açık, kafalar zehir. Bir de mutlular ki… Mezun olmaya yakın arkadaşları ile eğlenmenin gülmenin tadını çıkarmak için oradan oraya dolaşan öğrenciler kadar mutlular. Çünkü mevsim değişiyor. Şubat ayının pazar günü mü olurmuş?
Bir de geçmişi hatırlama ayini yapmak için önemli bir gün gibi gelir hep. Yani geçmiş konuşulacaksa, hatıra tazelenecekse pazar biçilmiş kaftan gibidir. Eş dost ziyareti olarak değil, aile içinde bir hatırlama ayininden bahsediyorum. Belki fotoğraf albümü, belki de uzun süredir görülmeyen bir eşyanın kendini fark ettirmesiyle başlayan bir hatıra sağanağı. Işte bunlar hep pazardan.
Yine bana sorar iseniz, erken kalkın pazar günü. Hem üstteki yazılan her şeyi yapabilmek; hem de bunlardan daha fazlasına sahip olmak için erken kalkın. Pazarı yaşayın, gezin, dolaşın, kitap okuyun , ailenize vakit ayırın. Meşrebinize göre yani. Zira sonbahar bitiyor bugün. Sonbaharın son pazarı. Tam da nihavend makamında.
Murat Emre TİRYAKİOĞLU

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İletişim Neden Önemlidir

Dumanla haberleşmeden yola çıkan insan tepede ateş yakmaya, oradan ulaklara, güvercinlere, daha sonra postaya varıp telefonla daha hızlı bir iletişim yöntemi buldu. Şüphesiz ki Graham Bell icadının günümüzdeki kullanım şeklini hayal edemezdi. Telefonun icat olduğu 18. Yüzyıl başlarından bugüne iletişim çok farklı bir boyut kazandı. Hatta sanayi üretiminin gelişip ticaret kavramının ivme kazanması, birtakım ihtiyaçların acil kategorisine girmesi neticesinde telefon da iletişim ve ticaret arasında hangisinin hangisine sebep olduğu karmaşık bir mesele olup çıktı. Bugün mevcut insanlar arası etkileşim ihtiyacının telefona yol açtığı; yoksa telefonun mu iletişimi bu boyuta getirdiği sorusu muğlak kalacaktır. Evet, telefon tarihi içerisinde faksı doğurdu. Arada telgraf gibi iletişim yolları varsa da kullanılabilirlik açısından telefona yetişemedi. Derken bilgisayarın keşfi ve ağ olayının gelişimiyle internet kullanımı başladı. Ve yaygınlaştı. Artık iletişim konusunda hiçbir şey eskisi gib

Köy Odası

Köy odası  Anadolu’da pek çok yörenin eski geleneklerindendir. Bu oda kavramını şimdiki evlerimiz gibi düşünmeyin, bu odalar ev sahibinin evin yanına kondurduğu müstakil yapılardır. Şimdilerde özellikle İç Anadolu’da kahvehanelerin dolması ile sayıları azalsa da  Barak Kültürü ’nün ana damarlarından birini oluşturması sebebiyle bizim yörede her şeye rağmen varlığını devam ettirmektedir (daha doğrusu ettirmeye çalışmakta). Köy Odası ’nın kökenini Dede Korkut’ta bulabiliriz. O dönemki otağın kullanım amacı ile bugün yörede kullanılan amacı benzerlik gösteriyor. Oba büyüklerinin istişare ve meşverette kullandığı, şölen ve büyük toplantıların yapıldığı, misafirin ağırlandığı yerlerdir. Erkek nüfusunun her yaştan fertlerinin misafir olmasa dahi bir araya geldiği, selamlıkla benzer yapılardır. Hatta eskiden erkekler zamanlarının çoğunu buralarda geçirir, böylelikle evi de kadınların rahatı için kendilerine bırakırlardı. Hoş, kadınların işten güçten ve bu odaya hizmetten çok rahat edebildi

Toplumsal Ahlak Sorununun Nedeni: Bizler

Toplumsal ahlak sorunu  belki de binlerce yıllık bir tartışmanın mirasıdır. Antik Yunan’dan günümüz Nihat DOĞAN sabah programlarına kadar her toplumda, her coğrafya da, her yaştan insan arasında  toplumun ahlak normları  gündeme gelmiştir. Tartışmalar özellikle  toplumsal ahlakın nasıl olması gerektiği noktasına odaklanmıştır. Ve insanoğlu bugüne kadar tam ahlaklı bir toplum da kuramamıştır. Görünen odur ki insanlar arası ilişkiler gün geçtikçe karmaşıklaştığından uzun süre de kuramayacaktır. Toplumsal ahlakta bireysel ahlakın da önünde yer alır. Çünkü toplum demek kabul görmek; kabul görmek demekse fedakarlık demek olduğundan bireyin ahlakının önüne çıkmıştır. Zira bir insan kendi hayatı içerisinde ahlaki olmayabilir. Ancak toplum içerisinde tartışılmasına gerek duyulmuyor ve topluma kabul ediliyorsa o birey sosyal yaşamında hiçbir sıkıntı çekmeyecektir. Aynı şekilde kendi ahlaki davranışları başarılı olmayan başka bir birey de mesele toplumsal etkileşim olduğunda, topluma uymayan